HAKKIMDA

GÖKÇEADA, EGE 'de bir yer, Türkiye
Kırkından sonra önceliklerini yeniden belirleyerek, sevgiyi, iyiliği, huzuru ve güzellikleri seçen, mutlu, umutlu, çok seven ve çok sevilen bir boğa kadını... Dünyadaki yerini bilen, yaşananları ve yaşamayı istediklerini unutmamaya ve unutturmamaya kararlı inatçı bir boğa kadını...

GÖKÇEADA

GÖKÇEADA
En güzel dostlukların, denizin ve rüzgarın adası

31 Ekim 2010 Pazar

LIMONCELLO

Bugün yeni bir tarif öğrendim. İtalya'da güzel bir yemekten sonra konuklara sunulan ev yapımı limoncello tarifi...

Bunun iki ana maddesi var. Etil alkol de denilen bitkisel alkol en temel malzemesi. Alkol satılan büyük marketlerin raflarında bulunuyormuş. Dikkat edin, kesinlikle içki yapımında kullanılan metil alkol olmaması gerekiyor ve markette satılıyor olması önemli. Metil alkol sanayide kullanılan alkol türü olup, içilmesi en iyi ihtimalle körlük yapar. İyisi buysa, kötüsünü hiç istemeyiz.

İkinci temel malzeme limon. En iri ve kalın kabuklu olanları seçilmelidir. Kabukları iyice yıkanan 4 büyük limon ince ince soyulur ve kabukları bir şişe etil alkolün (1 litre) içine atılıp kapağı kapatılır. Ardından en az 40 gün oda sıcaklığında bekletilir. 40 gün sonra şişe açıldığında çok keskin bir limon kokusu duyulmalıdır. Eğer bu harika limon kokusunu duyduysanız, limoncellonun şeker şurubunu hazırlamaya başlayabilirsiniz. Bir tencereye 1 su bardağı su, 1 çay bardağı şeker koyup bir taşım kaynatın ve soğumaya bırakın. İçi limon kabuğu dolu şişeyi derin bir kaba süzün ve sevdiğiniz ekşilik derecesine göre üç veya dört limonun suyunu içine sıkın. Eğer çok sert gelirse bir bardak içme suyu ekleyebilirsiniz. En son olarak hazırlanan şeker şurubunu ekleyip iyice karıştırın. Limoncellonuzu cam şişelere koyup derin dondurucuda saklayabilirsiniz. Korkmayın şişelerin patlamayacağı ve içindeki alkolden dolayı donmayacağı belirtilmiş. Ama ben yine de buzdolabında saklayın derim.

Akşam misafirleriniz var. Çok güzel yemekler hazırladınız ve herkes çok beğendi. Gecenin finalini likör bardağıyla ikram edilen birer kadeh ev yapımı limoncello ile yapın.

Şimdi aldığınız övgülerle yine yapmak isteyeceğini tahmin ediyorum. Tavsiyem aynı yöntemle kendi çilek, vişne, portakal veya karışık meyvelerle likörlerinizi yapabilir ve keyfini çıkarabilirsiniz.

Tüyo1: Eğer etil alkol bulamazsanız, votka da kullanabilirsiniz.
Tüyo2:Bu arada %95 alkol migroslarda varmış. 2 çeşit var bu şekilde satılan etil alkol; biri içine boya katıp pembe satılan (temizlik ve yakıt amaçlı, zaten baya ucuz birşey) diğeri de gıdada kullanılabilen türü olan Tarımsal kökenli etil alkol diye geçiyor…
Tüyo3:Limon kabuklarını özellikle beyaz yeri gelmeyecek şeklinde soyunuz.
Tüyo4:Eğer soğuk alkolle sıcak şurubu karıştırırsanız limonata rengi bir karışım elde edersiniz. Soğuk şuruba soğuk alkolü karıştırırsnız şeffaf likör rengi olur.Tercih size ait....


30 Ekim 2010 Cumartesi

Hurri ile Şerri

An gelir üstümüzde nefret, hırs, öfke, şiddet ve iktidarın yıprattığı, eskimiş, kirlenmiş ve bize hiç yakışmayan bir elbise gibi durur hayat... Bu elbiseden kurtulmak ve kendimize yakışan yeni birşeyler isteriz... Ve bir gün hayatın çirkinliğinden kaçmak, yeniden kendimizi güzel, sevgi ve yaşam dolu hissetmek için birşeylere ihtiyaç duyarız. İçimdekileri yazmak bana yakışan, yeni ve rengarenk bir kıyafet bulmama yardım edecek diye umuyorum...

Buradan biryerlere varmak için önce korkularıma ve kaygılarıma baktım. Üzüntünün olduğu yerden, kayıplarıma baktım. Kayıp yaşandı, kaygı sonlandı. Önce üzüntü, nefret, öfke ve kırgınlık vardı şimdi sadece üzüntü kaldı elimde. Bu o kadar kötü değil, hatta tekamüle giden yolda iyi bir arkadaş bile olabilir bana...

Aslında gerçek sondan değil, son'un öncesinden ve sonrasından korktum. Korkutucu olan ölüm-gitmek-terketmek değil, ölüm fikri... Giden ve bitenin ardından gelecek "Şimdi ne olacak? Nerede o? Ben neredeyim? sorularına cevap verememek ya da cevaptan memnun olmayacağından korkmak.  "Olacak diye korktuğumuz şeylerin çoğu zaten korktuğumuz için olanlardır." demiş akıllı birisi... Kaybı bilmek, onu düşünmek ve bir anlamda kabul etmek başka ve yüksek hale getirir bizi ve yaşamla ilişkimizi. Kaybına dair bilgimiz olmayan birine ve birşeye bağlanamayız ve sevemeyiz. Kendi hayatımıza da böyle bakamazsak eğer, hep korkuyla ve bize yakışmayan bir elbiseyle tamamlarız bize verilen o güzelim hayatı.

Okumak ve yazmak hep, bir oyun bahçesinde, istediğim gibi oynayabilmekti benim için...Ruhumu kanatlandıran, kalbime cesaret ve sevgi pompalayan, içimdeki zehri kimseyi -özellikle kendimi-zehirlemeden panzehir olacak şekilde şişelememi sağlayan... İyi ve kötünün hep birarada olacağını, ama iyinin hep kazanacağına inanmamı sağlayan...

Hurri ve Şerri... Hititlerin önemli tanrılarından birisi olan fırtına tanrısı Taşup'un iki boğası...

Hurri, gündüzü simgeliyor, yani aydınlığı ve iyiliği. Kuyruğu sağ ayağına yapışık. Şerri, geceyi simgeliyor, yani karanlığı ve kötülüğü. Kuyruğu ise sol ayağına yapışık... Dönemin inancını sembolize eden iki tarihi eser. Gece ve gündüz. İyilik ve kötülük. Dönemin dinsel değerlerine göre sağ ve sol...

Çocukluğumda öğretti annem ve babam bana, sağ omuzumda sevaplarımı yazan bir melek, sol omuzumda ise günahlarımı yazan bir melek olduğunu... Tüm hayatım boyunca benimle birlikte olacaklarını ve herşeyi yazacaklarını biliyorum. Hayır ve şer hep birarada... Biri olmadan diğeri olmuyor hayatta.

Umarım bütün yaşadığım şer'ler hayır'dır...

24 Eylül 2010 Cuma

HEDEF SİZSİNİZ !

Geçenlerde bir dostum "Gözlerindeki pırıltıyı kaybettin, öfke dolu bakıyor gözlerin... Bu öfke önce çevreni ve kalbini kıracak, sonra seni hasta edecek diye korkuyorum. Çık bu ruh halinden, bırak öfkeni ve kederi ardında... Kafan karışık biliyorum. Gerginsin, kızgın ve kırgınsın, olmaya da hakkın var biliyorum... Ama artık bırak gitsinler sana zarar vermeden. Rahatlamayı ve iyileşmeyi istemelisin ve buna odaklan... Böylesi sana yakışır..." dedi beni kırmamaya ve üzmemeye çaba sarfederek, ince ince. O akşam  ve sonrasında düşündüm ve hak verdim ona. Kızgınım, öfkeliyim ama çokça kırgınım... İlginç olansa daha huzurlu ve mutluyum. Olan oldu, yaşanan yaşandı geçti... Ve bazı kararlar verildi...

Asıl olan artık verilen karar değil, kararın karşısındaki tutumdur. Ya kendinizi -daha da kötüsü başkalarını- suçlamaya, eleştirmeye, sorgulamaya devam edip mutsuz olur ya da kararınızın arkasında- boğalar gibi -size yakışır bir şekilde durup keyfini çıkarmaya başlar ve hayatınızı daha da güzelleştiren yeni seçeneklerin arayışına girersiniz...

Bazen hiçbir seçenek bütün hayallerimizi %100 karşılayacak kadar doğru olamaz. Ama biliyorum ki her seçim bir fırsattır. Doğru olan "Bu fırsatı kendim için en iyi nasıl değerlendirebilirim?" diye düşünmek ve hareket etmek. Seçimlerimizden kendimiz sorumluyuz. Kendi hakkımızda bizden daha iyi bilgisi olan kimse olamaz.Karar aşamasında sadece kendinize odaklanıp, tercihlerinizi, değer yargılarınızı, önceliklerinizi, güçlü ve zayıf yönlerinizi ve ihtiyaçlarınızı ortaya koymanız önemli.

Zihnimi kapatıp deniz kenarında oturdum ve denize baktım uzun uzun... Deniz karışık, ben karışık; deniz sakin, ben sakin; bütünleştik... Kendimi bu engin mavilikte ferahlamış hissettim; soğuttum içimin yangınını...

Gece ve gündüz bulutlara baktım uzun uzun... Güneşli mavi gökyüzünde pamuk misali yumuşacık olanlara, karanlık gri gökyüzünde sigaramın dumanı gibi üflesem dağılıp gidecek gibi olanlarına. İçim hafifledi, gerginliğim de bulutlar gibi yumuşadı, dağılıp gitti...

En çok ağaçları seyrettim. Hele bir tanesi babamın anı ağacı... Gövdesini, dallarını, yapraklarını seyrettim uzun uzun... Rüzgarda sallanan dalların ve yaprakların sesini dinledim huzur içinde... Köklerine su verdim can olsun diye... Ağacın sağlamlığı güç verdi, sağlamlık hissi uyandırdı, sevdiğim yerlere ve sevdiklerime ait olma, bağlanma ve kolkanat germe duygusunu canlandırdı içimde... Bir kere daha anladım rüzgar dalları sallar ama kök sağlamsa kötü birşey olmaz...

Eğer siz hala diyorsanız ki "yazık oldu, ..... (istediğinizi koyun boşluğa, farketmez...) aldılar elinden", yanılıyorsunuz... Sizin sürüden ayrılıp birey olma hakkınızı, çevrenizdeki haksıza "sen haksızsın!", adaletsize "sen güvenilmezsin!", bilgisize "sen yerini hak etmiyorsun!" deme özgürlüğünüzü ve hakkınızı elinizden aldılar aslında.

Size gözdağı vermek, sizi korkutmak için yapıldı yapılan, yerseniz...

Hedef ben değilim çünkü.

Ben, aynı ben...

Hedef sizsiniz !

31 Ağustos 2010 Salı

BİTEN BİR YAZIN ARDINDAN

Bir yaz daha bitti acısıyla tatlısıyla, neşesiyle kederiyle, özleneniyle kavuşulanıyla, kaybedileniyle ve yeni başlangıçlarıyla...

Garip, hüzünlü bir yazdı... İlk defa bütün yaz tatildeydim, mesai yok, tamamlanacak ve teslim edilecek ama kimse tarafından önemsenmeyecek raporlar yok, yetişilecek ve yetiştirilecek abuk işler-stres yok... Aksine çok güzel dosyalar hazırladım babam için, onun dosyalarını ve evraklarını düzenledim, evladı olmaktan gurur duyduğum işler ve görüşmeler yaptım babam için bu yaz...

İlk defa tüm yaz hep onu konuştuk ve onun için koşturduk; önce Antalya'da hastanede, sonra cenaze ve mevlüt için Akşehir'de, sonra Antalya'da evi toplarken, sonra veraset işlemleri için bir sürü yerde, sonra Gökçeada'da mevlüt ve iftar yemeğinde... Herkes babam için hep yanımızda oldu, yardım etti, destek oldu... Babam olmadan çok zor olurdu herşey... Ah babacım ne iyi bir insanmışsın sen, herşeyin hep rast ve güzel gitti. Seni tanıyan-tanımayan herkesle hep seni konuştuk, herkes hep güzelliğinden ve iyiliğinden bahsetti bu yaz, ama sen yoktun melek babam...

Gökçeada'da başlattığın herşey çok güzel gidiyor; ama hepimiz biraz buruktuk sen yoksun bu yaz diye... Mustafa'nın Kayfesi'nde içilen her fincan kahvede, ince belli cam bardaktaki çayda, Kaleköyümüzün güzel hanımları tarafından pişirilen ve birlikte yiyelim diye tepsilerle Çınaraltı'na taşınan her dilim kek ve börekte seni andık, seni konuştuk... Mustafa resmini koydu kayfesine, her içeri girdiğimizde bize gülümsedin bütün yaz... Konuştukça hüzünlendik, başkasına göstermeden sildik gözümüzden akan bir damla yaşı, anlattıkça yeniden ve eskiden güldük kahkahalarla, olsan sen de gülerdin bizimle hafifçe bıyık altından ve zarifçe... Yedikçe ve içtikçe överdin yapanı sürekli, ne güzel olmuş, ellerine sağlık diye... Herkes biliyor tüm bu anlattıklarımı. Kaleköy'deki küçücük çocukta biliyor senin herkesten farklı olduğunu, büyükte... Sen başka bir dünyadandın melek babacım benim... Bizim dünyamızın kötülükleri, hırsları, ikiyüzlülükleri hiç kirletmedi seni... Sen herşeyi ve herkesi kendin gibi temiz ve iyi yürekli bildin, dürüstçe ve sevgiyle davrandın herkese büyük-küçük. Sen doğruymuşsun babam, karşılığını aldın kalbindeki sevginin ve iyiliğinin... Rahat uyu, huzur içinde yat... İyiliğini ve sevgini üstümüzden hiç eksik etme...

Seni çok özlüyorum babacığım. Bu sene feribota binerken el sallayan yoktu ardımdan, bu yüzden çıkmadım güverteye limandan ayrılırken. İlk defa son resmini çekmedim adanın ardımda bırakırken... Sen yoktun... Limandan çıktıktan bayağı sonra çıktım güverteye. Ardımda bıraktığım adaya ve sana dua ettim. Seneye sağlıkla tekrar gelelim ve tüm o güzel insanlarla tekrar seni konuşalım ve yaşatalım anını diye...

24 Haziran 2010 Perşembe

BUSE...

Yazık bu ülkeye, yazık bize ve bizim gibilere..


Gelinen noktaya bakıyroum ve içim acıyor... Yazık, bizi "adam olalım", "vatana ve millete faydalı bir vatandaş, iyi, dürüst, adil, çalışkan, merhametli ve güzel insanlar olalım" diye yetiştirmek için bir ömür çalışan, didinen anne ve babalarımıza...Şöyle bir bakıyorum da, kimler neler olmuş... Adam olamamış adamlar-kadınlar, bu ülkede ali kıran, baş kesen olmuş... Yollar kesilmiş, evler, arabalar, okul servisleri ve karakollar ve daha kimbilir nereler bombalanmış, gencecik insanlar, sadece görevini yapan ve bunun için cezalandırılan insanlar yok edilir ve bu kanıksanır olmuş...

Biz ve bize benzeyenler, kimseler bize kötü, hain, tembel, vicdansız, ahlaksız demesinler diye çalışıp çabaladıkça, anamıza- babamıza layık birer evlat-birey olarak, öğrendiklerimizden şaşmadan yola devam ettikçe, biz çalışıp, üretip, onlarsa sadece hazır yiyip, tükettikçe, bizim üstümüzden nemalanarak, iyice semirmişler ve kaplamışlar heryeri...

Yazık yetiştirmeye çalıştığımız çocularımıza... Ben-biz- de, anam babam usulu, gördüğüm bildiğim neyse, kızımı iyi dürüst, adil, çalışkan, merhametli ve güzel bir insan, önyargısız, açık fikirli, sorgulayan, dünya vatandaşı olsun diye yetiştirmeye çalışıyorum ama ona yazık olsun istemiyorum. Yok hayır buna müsaade edemem ve etmeyeceğim...

Yeter artık yeter...
 
Kaç gündür gazelerimizin güzide yazarlarının köşelerini okuyor ve yazdıklarına maalesef katılmıyorum-Yılmaz ÖZDİL'i ayrı tutarım diğer hepsinden, o tam da yüreğimizi okuyor ve yazıyor...-. Bunun sebebi muhtemelen benim bir astsubay kızı olmam, onlarınsa olmaması... Ben de çok gittim o karakollara, sınırlara, Mardin'de Van'da kaldım babacığım oraya tayin olunca... Şimdi roket atılan o lojmanlarda büyüdüm ve bombalanan askeri servislerde geçti bütün çocukluğum ve gençliğim. Herkes kendi yaşadıklarından ve penceresinden bakıyor hayata. Gazte yazarlarımızın baktıkları penceler ise, malumunuz hep Boğaz'a bakıyor...
 
Buse'nin babası şehit düşseydi bundan onur duyardı yazmış Ayşe ARAL Hürriyet'teki köşesinde, hayır duymazdı, kaybolur giderdi yavrum... Onu düşünmeyen, ona acımayan ve sahip çıkmayan bir vatan var şimdi... Eğer o güneydoğuda yaşasaydı belki birileri sahip çıkardı ama, o ve ailesi devletin babasına verdiği üç kuruşla birşeyler olmaya ve hayatta kalmaya çalışırdı...Eminim tüm imkansızlıklara rağmen okuyacaktı ve babasının ona öğrettiği gibi vatanına layık bir insan olmaya çalışacak ve hep arkasında güçlü ve yükseklerdeki babaları, dayıları, amcaları olanlara tanınan şans ve imkanlara erişemeyecekti. Yaşadık bunları, hala yaşıyoruz ve daha da yaşayacağız, şahsen biliyorum... Masal değil, olasılık değil, kötümserlik hiç değil, bu Türkiye gerçeği, herkes biliyor...


Sizin kızınızla aynı yaşta ama aynı şansta değildi Buse maalesef Ayşe ARAL Hanım... Çok iyimsersiniz ama maalesef gerçekçi değil...Unutulur gider, yakındır, ailesi dışından hatırlayan kalmaz belki de...

Ertugru ÖZKÖK korkup, yazamadığını, yazdıklarını yırtıp attığını yazıyor köşesinde bir de utanmadan, sıkılmadan.. Ama inanın benim korkacak bir şeyim yok, yazarım ...
Ya şimdi o ana-baba ne yapsın. O baba nasıl dayansın ve yaşasın. Sırf o asker, astsubay diye öldürüldü çocuğu, evladı... Ankara bulvarlarında konvoyla dolaşan devlet erkanı, "Jammer'lı jipler-uzaktan kumandalı bomba tertibatını etkisiz hale getiren sinyal bozucu" ile gezmeye utanmıyor hala... Sakın Buse'ye şehit demesin kimseler. Öldürdüler o gencecik kızı, aramızda dolanan, bizim sırtımızdan geçinen, bizim emeğimizin karşılığı olanı bizden alan ve kimbilir kimlere sunan, arkası ve başı büyükler, katiller...
 
"Allah, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Allah'ı kullanırlar. "

20 Haziran 2010 Pazar

Babalar Günün Kutlu Olsun Babacığım,

Ailemize sevgimizi, ilgimizi onlar hayattayken gosterelim. Keşkeler için sonra cok gec olabilir...




BABALAR VE KIZLARI

0 yasinda

Baba: Ne kadar da guzel. Simdi bu kucucuk, güzel melek benim kizim mi? Gozleri de bana ne kadar cok benziyor.

Kizi: Bu gozlerini benden hic ayirmayan yakışıklı adam babam olsa gerek. Seni çok seviyorum babacığım...


5 yasinda

Baba: Prensesim benim, guzel kizim. Soyle bakalim baban sana bugün hangi masalı anlatsın?

Kizi: En cok babami seviyorum. Babam da en çok beni seviyor. Ama, niye annemle uyuyor? Hep benimle uyusun, baskasini sevmesin. Seni çok seviyorum babacığım...


10 yasinda

Baba: Gittikce akıllı ve güzel oluyor. Allahım onu koru! Allahım onun en iyileri yaşamasını ve en iyilerle karşılaşmasını sağla.

Kizi: Ben babama asigim. Buyuyunce babam gibi bir erkekle evlenecegim. Ona birşey olursa yaşayamam. Gece rüyadan uyanıp kontrol ediyorum, babam nefes alıyor mu, yaşıyor mu diye? Seni çok seviyorum babacığım...

17 yasinda

Baba: Ne kadar da cabuk buyudu. Eve de gittikce gec gelmeye basladi, daha çok arkadaşları ile olmak istiyor. Arkadaşlarının hepsini tanıyorum değil mi? Eskiden hepsini tanıştırırdı benimle. Bana her şeyini anlatırdı. Eminim hepsi çok iyi insanlarlardır. Benim kızım başkasını kabul etmez, ben ona güveniyorum. Ama zaman kötü, ona güveniyorum ama insanlara güvenemiyorum. En iyisi bu hafta sonu onu alıp, bir yerler gidelim de karşılıklı oturup, bir güzel baba-kız konuşalım. Benim kızım en iyisine layık...

Kizi: Babam yuzunden arkadaslarimla istedigim kadar vakit geciremiyorum Büyüdüğümü kabul etmek onu hem mutlu ediyor, hem ürkütüyor. Bana böyle büyük bir insanmışım gibi davranmasını çok seviyorum. Bu hafta sonu Kızılay'a kadar yürüdük kolkola ve konuştuk yol boyu, sevgiden, okuldan, yaşamdan... Bana kimseleri yakıştıramıyor. Ben de kimseleri beğenmiyorum zaten. Kimse ona benzemiyor, kimse beni o kadar anlamıyor. Ne zaman aşık olacagim? Aşık olduğum kişiyi sevecek mi acaba babam? Babam benim mutlu olmamı ister, ben kimi seversem o da sever, buna eminim. Seni çok seviyorum babacığım...

23 yasinda

Baba: Hala sozumu dinliyor, ama kendi kararlarını veriyor. Bu hem güzel, hem de acı veriyor. Benden giderek uzaklasiyor sanki. Kendi parasini da kazanmaya basladi, ayrı bir şehirde ve evde yaşıyor akıllı ve güzel kızım benim. Başarıların ve mutlulukların çoğalsın. Aklım ve dualarım hep seninle. Uzun zamandir özel bir-iki laf gecmedi aramizda. Zaten evi de surekli erkekler ariyor. Galiba kizim elden gidiyor.

Kizi: Her zaman üniversiteyi bitirip,  ayaklarımın üstünde sağlam durmamı ve kendi hayatimi istediğim gibi kurmami isterdi. Yaptım işte, mezunum, bir işim ve bir evim var, Benimle gurur duyduğunu ve mutlu olduğunu biliyorum ama sanki birşeyler onu rahatsız ediyor.  Ankara'ya geldi hafta sonu, yine bir baba-kız konuşması yaptık.  Bir sevdiğim olup olmadığını ve yaşamla ilgili planlarımı öğrenmek istiyormuş meğer benim canım babacığım... Söyledim ona, olduğunda ve zamanı geldi budur hayatımı yaşamak istediğim, birlikte yaşlanmak isteğim tek aşkım dediğimde, ilk sen öğreneceksin yine babacığım diye. Çok rahatladı meğer buymuş sıkıntısı canımın, beni kırmadan nasıl da ince ince konuştu benimle... Seni çok seviyorum babacığım...

27 yasinda

Baba: Bir gun bunun olacagini biliyordum. Iste evleniyor. Zaten hep ne istediğini bildi. Simdi bir de kocasi var. Prensesim beni terkediyor. Hep böyle mutlu ol kızım.

Kizi: Babam çok sessiz. Mutlu olduğunu ve onu beğendiğini biliyorum ama beni kaybettiğini sanmasın sakın. Acaba, ne hissediyor gerçekte? Lütfen üzülme babacığım, ben hep senin kızın olacağım. Ne güzel dans ettik babamla yine. Seni çok seviyorum babacığım...
30 yasinda

Baba: Cok az gorusuyoruz. Daha sik biraraya gelsek ne iyi olur. Hem torunumu, prensesimi de ozluyorum. Gerçi buldukları her fırsatta bize geliyorlar, sağolsunlar.  Gezsinler çocuklarım, ben onlar gezdikçe mutlu oluyorum, gururlanıyorum. En önemlisi mutlular ve sağlıklılar ya, çok şükür Allahıma...

Kizi: Babamlari da cok ihmal ediyorum galiba. Yine telefonda cok uzgun geldi sesi. Haftasonu onlara supriz yapmak en iyisi. Seni çok seviyorum babacığım...


35 yasinda

Baba: Kizim benim entellektuel duzeyimi yeterli bulmuyor. Ona gore cagin gerisinde dusunuyorum herhalde. Oysa kucukken derslerine hep ben yardim ederdim. Anlayamadigi butun problemleri bana sorardi.

Kizi: Babam giderek daha da cocuk gibi davraniyor. Surekli bir seylerden yakiniyor, birilerine kırılıyor, birşeyler üzülüyor. Gerci son zamanlarda sagligi da iyi degil ama. Ya ona bir sey olursa? Zaten hicbir zaman kendisi için bir şey istemez ki... Evet, ben babamın kendisi için birşey istediğini hiç duymadım. Bir insanın tüm dilekleri ve duaları sadece çocukları ve sevdikleri için olur mu? Babamsa evet...  Seni çok seviyorum babacığım...

40 yasinda

Baba: Kizimin mutlu bir yuvasi olmasi ne guzel. Gozum arkada gitmeyecegim. Her seyi kendi basardi. Onunla gurur duyuyorum.

Kizi: Babam icin cok endiseleniyorum. Çok bıraktı kendini, aramızda 20 yaş var ve hayat bitmiş gibi davranıyor. Onu kaybetmeye hazir degilim. Sağlığını da hep ihmal ediyor zaten. Başı çok ağrıyor babacığımın. Allah'im onu benden alma! Seni çok seviyorum babacığım...

42 yasinda

Baba: Dunyada mutlu kal kizim! Ben  daha iyi bir yerde ve ama hep yanında olacağım merak etme... Seni çok seviyorum...

Kizi: Seni cok ozleyecegim ve hep arayacagim babacigim. Simdi ben kime danisacagim, kim yardim edecek bana? Ne olur gittigin yerde cok mutlu ol. Ve hep yanimda oldugunu hissettir, ne bileyim ben, arada sirada isaretler yolla mesela. Ah babacigim! Sensiz nasil yasayacagim? Seni çok seviyorum babacığım...


42 yaşından sonra her gün:


Kadin: Sen gideli, seni daha iyi anliyorum babacigim. Keske seni hic uzmeseydim demeyecegim, cunku "keske"lerin hicbir seyi degistirmeyecegini biliyorum. Ayrıca sen bana hiç keşke bırakmadın ki babacığım, seni ne kadar sevdiğimi, sana layık bir evlat yetiştirdiğini, kocama hala aşık olduğumu, kızımla gurur duyduğumu ve onu senin bizi yetiştirdiğin gibi iyi ve sevgi dolu bir insan olarak yetiştireceğimi, anneme ve kardeşlerime hep iyi bakacağımı, onları hep seveceğimi, evimde mutlu ve iyi olduğumu, çok iyi can dostlarım ve arkadaşlarım olduğunu hep bildin ve bileceksin. Gözün arkada kalmasın babacığım, huzur içinde ol, ben iyi olacağım. Yine de beni duyuyorsan, lutfen eğer seni uzdugum bir an varsa, cok ama cok pisman oldugumu bil olur mu? Seni çok seviyorum... Seni çok seviyorum babacığım...

19 Haziran 2010 Cumartesi

YENİDEN BAŞLAMAK

Ne istediğimi bildim hep, kendimi bildim bileli... Neyi sevdiğimi, kimi sevdiğimi, nasıl yaşamak istediğimi, nasıl sevilmek istediğimi, nasıl dostluklar istediğimi, nerede olmak veya olmamak istediğimi... Ne zaman kalıp direnmek, ne zaman çekip gitmek gerektiğini... Çok şükür hiç pişman etmedi Allahım beni !

Çok mutlu ve çok sevilen bir çocuktum-hala da öyleyim, sorun isterseniz Aşkım'a-. Melek Babacığımı çok, en çok sevdim. O benim yakışıklı, akıllı, ince ruhlu, zarif, merhametli, koruyucu kahramanım, en kıymetlim oldu. Ne düşündüğümü sesimin tonundan, ne hissettiğimi bakışımdan anlayanım oldu ilk. Ve bunun ne kadar önemli olduğunu öğretenim... Duygularımı, hayallerimi, üzüntülerimi, kırgınlıklarımı ve mutluluklarımı ilk öğrenenim ve paylaşanım oldu. Eve geldiği anda nasıl -yorgun, üzgün, sinirli veya mutlu- olursa olsun, anlattıklarımı sanki ben bir arkadaşıymışım, sanki bu o anda en önemli şeymiş gibi dinleyerek, bana ayıracak vakti hep bulan bir babam oldu. Bana en iyisinden başkasının yakışmayacağını düşündüren oldu. Beni çok seven, hep sevildiğimi ve sevileceğimi hissettiren oldu. Ne istersen yapabileceğimi, ne istersem olabileceğimi, ama hep en iyisi olacağımı söyledi bana. Buna inanmamı ve gerçekleştirmek için gerekenlere sahip olmamı sağladı. Beni hep dualarıyla ve sevgisiyle korudu, inanıyorum hala da koruyor... Beni ben yapan melek babacığım oldu...

Bu yüzden bağlanmayı ve ait olmayı sevdim hep; bir aileye, bir şehre, bir dosta, bir aşka, bir şarkıya... Vazgeçmeler, pes etmeler ve terketmeler hep güçsüzlükmüş gibi gelir bana... Bir yanım eksik kalır her ardımda kalanla... Bu belki de asker çocuğu olmamın, sürekli biryerleri ve birilerini terkedip, yeni yerlere ve insanlara alışmaya, yeniden ait olmaya çalışmanın beklenen sonucu. O yüzden kendi ayaklarımın üstünde durmayı öğrendiğim anda karar verdim biryere kök salmaya, gezginliğe -ruhuma işlemiş çünkü-sadece keyif için müsaade etmeye...

 
Kırklı yaşlarda az çok istediğin şeylere ve istediğin yere ulaşıyorsun, nelerin önemli olduğunun, neleri kazanıp neleri kaybettiğinin farkına varıyorsun. Hep "Kadir kıymet bilenlere düşürsün Allahım! diye dua et" derdi annecim bana... "En önemlisi o, gerisi zaten bununla gelir ve tamama erer" derdi... Evet, anneler ve babalar hep doğruyu bilir ve söylerler... Allahım da dualarımı duydu ve kabul etti... Beni çok seven-benim de çok sevdiğim  ve kadir kıymet bilen-benim de bildiğim, bir annem, kardeşlerim (Hacer, Hakan,Emrah, Ayşın, Nurdan, Özkan), eşim-biricik Aşkım - , prensesim Çağlam, can dostlarım ve arkadaşlarım var...  Bir tek sen varsın Babacığım, yokluğunu sindiremediğim ve kabul edemediğim... Sana sarılamamak, sesini duyamamak ve görememek var ya...

Babacığım, ben -senin de benim için istediğin- istediğim tüm iyi şeylere sahibim ve istediğim yerden bakıyorum hayata mutlulukla, umutla ve iyilikle... Çok seviliyorum ve ben de çok seviyorum...

Daha ne bekler insan hayattan ? Hamdolsun...


Bu yeniden başlamak işte...



"Ruhunu kaybeden, dünyayı kazansa ne çıkar... (V.Hugo)"

17 Haziran 2010 Perşembe

KIRKINDAN SONRA

Merhaba,

Hayatımda büyük değişikler yaşıyorum bu aralar...
Önce sağlığımla ilgili beni kaygılandıran, üzen problemler başladı. Korktum bir gece... Allahım dedim, daha yapacak, yaşayacak, görecek, sevecek ve paylaşacaklarım çok, ya vaktim olmazsa, ya olmazsa diye...
Sonra tanıdığım en sevgi dolu, en iyi niyetli, en kalender, en duygusal, en imanlı insanı, çocukluğumu, en pembe düşlerimi, en kıymetlimi, babacığımı yolcu ettim meleklerin yanına...
Şimdi de birlikte büyüdüğümüz, üniversiteden mezun olduğumdan beri herşeyi öğrendiğim, öğretmeyi öğrendiğim, eşimi ve dostlarımı kazandığım, gençliğimi ve yetişkinliğimi onunla birlikte paylaştığım işimi, yerimi kaybettim... Ne yalan söyleyeyim, bu sonuncusu en az acıtan, ama en çok kıran oldu... "Dal rüzgarı affeder ama kırılmıştır bir kere..."derler... Bu dal bu rüzgarı hiç affetmeyecek...
Geçen gün bir arkadaşım "Sakın korkma üçledin, bundan sonrası selamet inşallah" dedi. İçin rahatladı, umarım öyledir... Sormuyorum neden, niçin diye, vardır elbet bir sebebi bunun da. Yaşanması gerekiyordu demek ki, yaşanacak.
Düşündüm de insan kırkından sonra yeni başlangıçlara değil, bitişlere hazır olmalı demek ki... Ama hayır, ben yeni bir başlangıç fırsatı olarak göreceğim tüm yaşananları; kendimi, ailemi, dostlarımı, daha çok sevmek ve onlara bunu her fırsatta söylemek için başlangıç...
Güne daha erken başlamayı sevmek, daha çok gülmek, daha çok öğrenmek, daha çok öğretmek, daha çok gezmek, daha çok iyilik ve sevgi bırakmak için ardımda...
Kırkımdan sonra akıllandım mı ne?