HAKKIMDA

GÖKÇEADA, EGE 'de bir yer, Türkiye
Kırkından sonra önceliklerini yeniden belirleyerek, sevgiyi, iyiliği, huzuru ve güzellikleri seçen, mutlu, umutlu, çok seven ve çok sevilen bir boğa kadını... Dünyadaki yerini bilen, yaşananları ve yaşamayı istediklerini unutmamaya ve unutturmamaya kararlı inatçı bir boğa kadını...

GÖKÇEADA

GÖKÇEADA
En güzel dostlukların, denizin ve rüzgarın adası

30 Aralık 2011 Cuma

2012'DE TÜM DİLEKLERİNİZ GERÇEK OLSUN!

‎2012'DE HER ŞEYİNİZ YETERLİ OLSUN, 

TÜM DİLEKLERİNİZ GERÇEK OLSUN!

MUTLU YILLAR!

Bizi ayakta tutacak, güzelliklerle dolu bir yaşam diliyorum.

Aydınlık bir bakış açısına sahip olmamızı sağlayacak, sonsuz neşe diliyorum.

Karanlığımızı aydınlatacak kadar güneş, güneşi daha çok sevdirecek kadar yağmurlar diliyorum.

Ruhumuzu canlı tutacak ve doyuracak, mutluluklar ve sevgiler diliyorum.

Yaşamdaki en küçük zevkleri bile daha büyük algılamamızı sağlayacak, dostluklar / birliktelikler diliyorum.

İsteklerinizi tatmin edecek ve gölünüzden geçenleri gerçekleştirecek, bol kazançlar diliyorum.

Sahip olduğumuz her şeyi taktir etmemize yetecek kadar az kayıp diliyorum.

Son 'Elveda'yı atlatmanıza yetecek kadar çok 'Merhaba' diliyorum...

HEPİMİZE DAHA İYİ  VE YEPYENİ BİR YIL DİLİYORUM...

19 Aralık 2011 Pazartesi

BİRİCİK ERGEN KIZIMA…


Kızım ergenliğe adım attı ve bunun sancılarını yaşıyoruz bir süredir. Her anne gibi, bende öğrendim; bir ergenle hayat, elbette ki çok zor. New York Times Square’deki şu reklam panosu, bu duyguların, anneliğin, ne kadar evrensel olduğunu gösterdi bana bir kere daha…Hayır, şakası bile hoş değil tabii ki. O benim biricik ergen kızım ve onu çok seviyorum!
Annelik Evrenseldir!
Gözlerimi kapatıp, 16 yaşımı hatırladım: hayatımın en harika, coşkulu, heyecan dolu, tutkulu, ama aynı zamanda da en kaygılı, huzursuz ve depresif dönemlerinden biri olduğunu anımsamakta zorlanmadım. Kızımın ve annesi olarak benim de, böylesi zor bir dönemi olabildiğince rahat atlatmasını; onun sağlıklı, mutlu bir genç kız ve kadın olmasını, herşeyden daha çok istiyorum. Onun artık, farklı ve kendine özgü bir birey olduğunu kabullenip, tutumlarımda ve onunla iletişim kurma tarzımda belirli değişiklikler yaparak, bu dönemi sakin ve huzurlu bir biçimde, onunla birlikte yaşamak ve atlatmak istiyorum. Buna çok çaba harcıyorum.

Öte yandan, hayatımın bu evresinde, ben de çok zor ve değişik bir dönem geçiriyorum. Hayatımın hiç bir döneminde, bu kadar kaygılı, huzursuz, depresif ve güvensiz olmamıştım inan. Belki de, kaldırabileceğimden fazlası geldi başıma. Belki de, göründüğüm kadar güçlü değilim… Biliyorum, “Ölenle ölünmüyor; gidenle gidilmiyor. Hayat devam ediyor! “Yaşananların vardır bir sebebi ve hikmeti… Kabullenmek ve ilerlemek lazım.” Eskisi gibi yüzü gülen, gözleri ışıldayan ve enerji dolu bir şekilde, yaşadığı andan zevk alan bir insan olmak istiyorum. Yaşamımda ortaya çıkan zorlukları, karamsarlık kaynağı yapmadan, kimseyi suçlamadan; aksine bu zorlukları yenmesini öğrenerek, daha güçlü bir insan olmaya çabalıyorum. Halimden şikayet etmiyorum, hamdolsun bugünüme! Ama daha yolum var biliyorum, içim acıyor hala… Ama inan, çabalıyorum. 

Bu duygular içinde, kızımla dolaşmaya çıktım sitede. Amacım, onunla konuşmak ve içimdekileri ona açmaktı:
“Sen benim tek evladım, biricik kızımsın!” dedim. “Seni o kadar çok seviyorum ki, senin için her şeyi yaparım, bunu biliyorsun değil mi? İyi bir anne olmak istiyorum. Seni ne kadar çok sevdiğimi her zaman bilmeni ve bunu yüreğinde hissetmeni istiyorum. Kim senin canını yakarsa veya incitirse yanında olmak, acını hafifletmek ve seni iyileştirmek için, herşeyi yaparım. Bunu gerçekleştirmek için, duygularını ve hissettiklerini benimle paylaşmanı çok isterim. Sevinçlerini, üzüntülerini, kaygılarını ve şüphelerini bilmek ve dinlemek isterim. İyi bir dinleyici ve sırdaşımdır; dostlarım öyle söylerler. Eğer istersen, yardım da ederim, elimden gelenin en iyisiyle… Hatta daha da zorlar, elimden gelemeyen için, yardım bile alırım... Her ne yaşarsan yaşa, ilk bana gel isterim. Bana o kadar güven ve sen de beni, o kadar sev ki; her zaman yanında olacağımı ve seni herkesten ve herşeyden korumaya çalışacağımı unutma…

Nasıl iyi bir anne olunur bilmiyorum, ama öğrenmek ve olmak istiyorum. Herkes çocuğunu çok sever ve onun iyiliğini ister, bilirim. Ama ben bunu sana söylemek ve benden bir daha duymanı istedim. Bana güven! Ben sana güveniyor ve çok değer veriyorum. Her ne olursa olsun, her ne yaşarsan yaşa, yanında olacağımı bil isterim.

Biliyorum, sevmiyorsun çok konuşmayı ve anlatmayı ama, sana nasıl ulaşacağımı söyle bana. Hep kendine yeten ve sorunlarını kendin çözen bir çocuktun.  Bunun için, seni daha da çok sevdim ve saygı duydum sana. Yürümeye başladığında kabullendim, benden ayrı bir birey olduğunu. Her attığın adımla, her gün aramıza yeni mesafeler gireceğini anladım ve kabul ettim. Bu başta okul ve arkadaşlar, sonra sevgililer, sonra da yeni bir şehir ya da ülke olacaktı, bildim… Annemin de dediği gibi, “Kapının dışı gurbet!”… Ama seni korumak için, hep yanında veya arkanda oldum, bazen sen görmesen ve bilmesen de… Dualarım hep seninle ve hep öyle olacak…

Biliyorum, sen büyüdükçe, bizler küçülüyoruz gözünde; bilgilerimiz, düşüncelerimiz, değerlerimiz ve yargılarımız sana saçma ve yetersiz geliyor. Doğanın kanunu bu! Küçükken taptığın ebeveynin, bir süre sonra, yetmez sana. Onların da birer insan olduğunu anladığında; hatalarını, korkularını, başarısızlıklarını ve zaaflarını gördükçe, gittikçe küçülürler gözünde ve söz biter, büyür mesafeler… Ama daha önümüzde koca bir dört yılımız var ve ben sana doymak istiyorum! Seninle olabildiğince çok şey paylaşmak ve anılar bırakmak istiyorum birlikte yaşanacak ve güzel hatırlanacak…”dedim ve bekledim.

Dinledi beni sessizce, ben konuşurken, gözleri hep önünde. Ve sonunda söyledi, aklındaki ve yüreğindekileri… Onu hep kontrol ettiğimi, onun seçimlerine ve hayatına müdahale ettiğimi, yaptıramadıklarım için de babasına şikayet ettiğimi düşünüyor ve böyle hissediyor. Bunun doğru olmadığını, özellikle son yıllarda “mahremiyetine ve özeline” çok saygı duyduğumu, duygu ve düşüncelerine önem verdiğimi, anlattım kendisine. Kendimi olabildiğince esnetip, ona mümkün olan en geniş düzeyde, insiyatif ve özgürlük alanını tanıdığımı, söyledim. Bazen canımı çok acıttsa da, benden istemeden, ona bir şey söylemediğimi, müdahale etmediğimi anlattım, özenle. “Bazen evde iki yabancı gibiyiz, öyle hissediyorum, canım çok yanıyor böyle anlarda”, dedim.  “Benim için en önemlisi sensin. Mutluluğun ve sağlığın önceliğim; bunlara gelebilecek herşeyi engellemek için çalışırım ama, seni kimseye ispiyonlamam, seninle kendim konuşurum.” dedim. İnanmadı bana; inanmıyor kızım … Ve bu yüzden bana güvenmiyor ve açmıyor kendini, anladım. 

Biliyorum ki, bir yandan yaşam labirentinde kaybolmadan yolunu bulmaya çalışırken, diğer yandan da bağımsızlığını ve bireyselliğini kazanma mücadelesi veriyorsun. Seni bunun için desteklerim. Ama, sağlıklı ve mutlu bir kişilik oluşturman için, seni çok seven annen olarak, gerektiğinde yapıcı eleştirilerde bulunmaya devam edeceğimi bil. Şimdi kabul etmesen de, benim sana sunduğum doğrular, zamanla yerine oturacaktır, inanıyorum.

Allahım yardım et, ne olur ! Doğruyu bulmama ve kızım için en iyisini yapmama, onun güvenini ve sevgisini kazanmama yardım et !

Kızım, düşünce ve duygularımı açıkça yazmak istedim tekrar sana. Belki de bazen, ifade etmekte başarılı olamıyorum. Annen olarak, hassasiyetlerimi, beklentilerimi ve sınırlarımı bil istedim. Dilerim, ileride bunu birlikte okur ve tebessümle anarız bugünleri…  
Hep gülsün güzel yüzün... Hep yanındayım kızım!
İçimden geçenleri en iyi, geçenlerde okuduğum ve etkilendiğim aşağıdaki alıntı şiir anlatıyor sanki:

KIZIMA…
Hayat çok zor.
Yaşamak çok zor.
Ağlatmasınlar seni, izin verme,
Ezdirme kendini, incinme,
Eğme kimseye başını,
Yürü hep emin adımlarla, ileri
Güzel, iyi, mutlu yarınlara
Mutlu ol kızım!

Canım, ciğerim, yaşama sebebim!
Güzel günler, hep senin olsun,
İçin, hep neşeyle dolsun,
Yüzünde gülücük eksik olmasın.
Zulümden, acıdan, kederden uzak,
Endişesiz, sıkıntısız, bir hayat senin olsun.
Mutluluk senin, gülmek senin
Allah seninle olsun...

Ne zaman yüreğin yanar,
Ne zaman dizin kanar,
Ne zaman seni biri boşluğa iter,
Ne zaman sarılacak bir yelek arar,
Ne zaman yaslanacak bir yer istersen,
Ben orda
Yanında
Arkanda
Başında
Kalbinde
İçinde
Yüreğinde
Sana sımsıkı sarılıp
Tüm zorluklara göğüs germene yardımcı olacağım.

SENİ ÇOK SEVİYORUM KIZIM...

Son söz: Evlat sahibi olmak, dünyada hep var olacağını, hiç yaşlanmayacağını düşündürür insana; senden sonraya en değerli varlığını bırakarak, ölümsüzlük duygusuna en yakın hissi yakalarsın… Ve bu sebeple en iyisini ve doğrusunu yapmak istersin.
Ebeveynini yitirmek ise, her zaman yaşayacağın hayalini yitirmene sebep olur; faniliğinin ve güçsüzlüğünün farkına varırsın. Kafan karışır ve çocukluğunu yitirirsin. Senin yaşam enerjin, heyecanın, coşkun ve hayallerin o iç çocuktadır, halbuki!


15 Eylül 2011 Perşembe

BABAMA...

Dün gece saat 3:30’da Ayşe Kulin’in "Hüzün"ünü bitirdim gözlerimden akan yaşları silmeden… Hüznüne ortak oldu yüreğim, acım gözyaşı olup aktı bir süre… Babamı çok özledim…

Biz de tam 19 gün bekledik yoğun bakımda uyansın babam, gözleri açsın, bize yine sevgiyle baksın diye. Ama olmadı; 30 Nisan sabahı 3 civarı hep başı ağrıyan babacığımın başı son kez ağrıdı ve kapanan gözlerini bir daha açamadı. 18 Mayıs sabah 7:30’a kadar dayandı canım babam. Akdeniz Üniversitesi Reanimasyon servisindeki o güzel insanlar -özellikle Dr. Venera- bize kıyamadılar, sessizce yanında durduğumuz ve sadece öpüp okşayarak sevdiğimiz ve kulağına sevgimizi fısıldadığımız babamla doyasıya vedalaşalım diye en çok bize zaman tanıdılar. İçeriye girdiğimiz andan çıkana kadar hiç bırakmadım ellerini ben de; yüreğimi, sevgimi, canımı ona aktarmak için, onunla bütünleşip tek olmak ömrüne ömrümden katmak için sımsıkı tuttum(*). Sıcacıktı hep babacım. Konuştuk onunla, vedalaştık gönlümüzce bizi duyduğunu hissederek. Doktorların en çok 48 saat verdiği melek babam, üzülmeyelim, keşke şunu da yapsaydık demeyelim, ona doyalım diye dayandı. Bizi yavaş yavaş alıştırdı gidişine ve gece uykumuzu alalım, perişan olmayalım diye sabaha karşı gitti… Ertesi gün 19 Mayıs, resmi bayram ; yine kimseler perişan olmasın diye, ölüm-hastalık bilmeyen, vicdanı kayıp amirlere izin için muhtaç etmedi bizleri. Kimler nerelerden yetişti geldi canım babama veda etmek ve son görevlerini yerine getirmek için; sevgiyle ve iyilikle anıldı hep. Artık soğuk ama hala güzel olan yüzünü öptüm son kez; herşeyini tamamlamış, ardında eksik, yarım, kırgın, kızgın hiçbir şey ve hiçkimse bırakmamış insanların huzuru ve güzelliğiyle parlayan o hala yakışıklı ve genç yüzünü… Biliyordum kapalı gözlerinin ardında hala bana bakarken gözlerinden taşan sevgi duruyordu.

1 Ağustos 2011 saat 19:00’da Kabatepe’den Gökçeada’ya doğru giden arabalı vapurda en önde olan arabamızın önüne yaslandım ve Ada’nın ardından batan güneşi seyredaldım. Güneş yavaş yavaş batarken içim sızladı ve babamı düşündüm özlemle. Dilimimde eski bir türkü, gözlerimden akan yaşı silmeden güneşin batışına ve babama ağladım. Sonra türkünün sözleri değişti ve şunlar döküldü ağzımdan; şiir denir mi buna bilmem ama babam için yazdım :

Neler düşündün buraya her gelişinde,


Aklından neler geçti, yüreğinden de,


Bilirim istemezsin sen hiç kendin için,


Tüm duaların, dileklerin hep bizim için,


Umarım gerçekleşmiştir hepsi


Ve mutlusundur şimdi o ulu çınarın gölgesinde!

                                                           1 Ağustos 2011 saat 20:11

Ayşe Kulin'in “Hüzün”de babasına 80. Yaşgünü için yazdığı şiirinin ikinci bölümünü çok beğendim. Benim babam 62 yaşındaydı öldüğünde, ne yazık ki ben şiir yazamam… Ama bu şiiri melek babama adıyorum:


“Güzel yüzünü seyrediyorum, baba


Okunmuyor düzgün hatlarında


Ölüm döşeğinde yatarken bile


62(**) yıllık ömrünün yorgunlukları


Gülümser gibi dudaklarında ancak


Yılların gönül ve düş kırıklıkları…






Neler düşünür ölümün eşiğindeki adam,


Çocukluğuna mı, gençliğine mi döner gözleri?


Neleri anımsar en çok,


Neye dokunmak ister elleri?






Çok emek verilmişle


En özleneni yeniden yaşamaksa


Ölümün eşiğinde son arzular


Babam, Fırat’ın köpüren sularıyla


Gölller düşen ormanlarda geziyor olmalı.


….


Baba, susma ne olur,


Baba gözlerini aç!


Henüz bitmedi işin, yapacağın çok şey var.


Biliyorum küskünsün,


Yaktığınız meşale hepimize yetmedi…


Karanlıktayız evet,


Treni kaçırmaktayız


Ama her karanlıktan yepyeni bir gün doğar


Tersine akmaz nehir


Gitme baba ne olur…


Bak gidiyorsun diye


Açtığın yataklarda yorgun akıyor sular.


…..


Beyaz bir kedi gibi girdi pencereden


Usulca kondu ölüm


Başucuna babamın


Sonra


Dolandı odada


Şakaklarına, alnına değdirdi dudaklarını


Öptü ellerinden


Sevdi yüzünü gözünün


Diz çüktü karşısında


Bekledi sakin, dingin.


Birden sıyrıldı içinden


Bu tarifsiz sessizliğin


Bir damla yağmur olup indi.






Ölüm serin bir el gibi


Benim de alnımda,


Yüreğimde,


Şakaklarımda şimdi.






Arsız ölüm


Sessiz ölüm


Hırsız ölüm


Babamı kopardın benden


Çözüverdi ellerini


Sezdirmeden ellerimden.


Silinirken ustalıkla


Yüzünde yaşam izleri


Beyaz bir at oldu ölüm


Bekledi binicisini


Babam tuttu yelesinden


Atladı beyaz atına


Ulaşırken


Bilinmeyen o ülkenin sınırına


Peşinden koştu yüreğim,






Yaşama karşı savaşta


Çaresizlik ise, ölüm


Birlikte öldük babamla.






Heyy, Bahçede dolaşan rüzgar


Rüzgara eğilen ağaç


Sokakta gezen insanlar


Avluda oynayan çocuk


Eşikte duran ihtiyar


Yolu ağır geçen kamyon


Çöp bidonundaki kedi


Yatak, perde, sandalyeler


Şişiman serum şişeleri


Keskin klor kokuları


Kutular dolusu ilaç


Gençlik(**) bayramı sevinci


Saksıdaki mahzun çiçek


Vazodaki sarı gülüm


Hepinize haber ola


Babamı götürdü ölüm!(*)

                                                          Gökçeada 04.08.2011



(*) Ayşe KULİN- Hüzün

(**) orijinal şiirde “seksen yıllık ömrünün…..” ve “Zafer bayramı….” kısımlarını ben kendi babama uyarladım.

7 Şubat 2011 Pazartesi

BİR DÜŞ... Gündüz Niyetine...

Kış bahçesinde oturuyoruz, yanımda kızkardeşim ve amcamın kızı var. Akşam vakti... Kızıyorum onlara, "Yeter artık yatalım. Yarın sabah erkenden emniyette olacağız." diyerek kalkıyorum sandalyemden. O sırada pencereden bizim kamyonetin arka ışıklarının yandığını farkediyorum birden. İçinde biri var ve arabayı götürüyor. Araba karşıdaki ikiz kulelerin otoparkında kayboluyor birden. İçeriye koşuyorum ve MAY'a sesleniyorum avaz avaz... Gayet sakin çıkıyor banyodan, hiç telaş etmiyor. Ben "arabayı götürüyor birisi" diyorum. Aşağıya inerken bana dönüp "Amcanla konuştun mu? Ama bak para vermeyiz, yok paramız" diyor. Ben neden bahsettiğinden habersiz, şaşkın "Tamam." diyorum.

Birden evin dışındayız. Yolda ne bir başka insan var, ne de araba var. Bu arada gündüz vakti... İkiz kulelerin park yeri aşağıdaki taksi durağına kadar kamuflaj yeşili ve çağla yeşili renklerde askeri ciple ve asker ile dolu... Otoparktaki askerler sabah sporu yapıyorlar. Birden önümde yürüyen kişi, üstünde pardesüsü ve şapkasıyla babam oluyor. Sırtı bana dönük ama yürüyüşünden biliyorum babam o... İkiz kulelerin otoparkına doğru yürüyor. Ben de peşinden...Babam arabasını aıyor. "Ben şuradaki subaya bir sorayım. Arabaları nereye götürmüşler?" diyor ve köşeyi dönüp gözden kayboluyor. Bir bağırışmalar, sesler duyuyorum, "Eyvah kötü birşey oldu" diye korkuyor ve koşarak babama yetişmeye çalışıyorum. Köşeyi dönünce babamı kendisi gibi sivil giyimli, pardesülü, yaşıtı bir adama sarılmış görünce irkiliyorum. Kavga ediyorlar sanıyorum ilkin. Ama ardından babamın sevgi dolu, çok sevindiğinde içinden gelen, kimselere benzemeyen o şen kahkahasını ve "Vay devrem sensin..." diyen sesini duyuyorum. Meğer uzun süredir görmediği eski bir asker arkadaşı imiş adam... Arkadaşının kolundan tutup, bana doğru gülerek gelen ve gözünde büyük mavi camlı güneş gözlüğü olan babama gözümü kırpmadan bakıyorum. Yanıma gelince benim şaşkın bakışlarım altında gözlüğünü çıkarıyor, önce bana bakıyor yüzünde büyük bir sevgi ve gururla, sonra arkadaşına dönüp mutlu bir sesle "Benim büyük kız. O da yeni emekli oldu A.....'dan diyor. Ben gözlerimi hala babamdan ayıramıyorum. Çünkü inanamıyorum karşımda olduğuna, sesini duyduğuma... Boğazıma birşey düğümleniyor, içim acıyor "Sen gittikten hemen sonra oldu, yeni değil çok oldu babacığım." diyemiyorum. Adam "Maşallah!" diyor ama ben başımı önüme eğip, usulca sallıyorum. Konuşamıyorum, "Sen öldün babacığım. Bu amca nasıl görüyor seni? Nasıl konuşuyoruz böyle gündüz vakti sokak ortasında karşılıklı?" diyemiyorum... Ya üzülürse ya giderse diye...

Adam babama "Gel bakalım devrem! Arabalar otoparka çekildi, anahtarını alalım içeriden" diyor. Sonra da koluna girip arkadaki büyük cam kuleye doğru götürüyor. Ben o adam babamı nasıl görüp konuşabiliyor diye düşünerek, peşlerine takılıyorum. Büyük, otomatik açılır kapanır bir cam kapıdan içeriye giriyoruz.Tam karşımızda yüksek, granitten parlak bir danışma bankosu, üstünde de içinde turuncu ve kristal karışımı değişik anahtarlıklarla dolu bir sepet anahtar var. Adam bankoya yaklaşıp sepetten bir anahtar alıyor. Değişik bir anahtar aldığı, hiç araba anahtarına benzemiyor, aslında anahtara da benzemiyor. Ben sadece parlayan anahtarlığa dikkat ediyorum. Babamın koluna girip yürümeye devam ediyor arkadaşı, ben de yanlarındayım artık. Üzerinde çay ve kahve makineleri ile çeşit çeşit kurabiyeler dolu yeni bir bankonun yanından geçiyoruz. Bu bankonun arkasındaki duvar kocaman bir ayna aslında. Geçerken aynada ne babamı, ne de adamı görebiliyorum; sadece benim yansımam var.

O sırada danışmadaki görevlinin yaklaştığını görüp, "Bak şimdi ikiside yok olacaklar birazdan" diyorum yanımda olan, ama kim olduğunu bilmediğim kişiye hiç bakmadan... Güvenlik görevlisi "Yardımcı olabilir miyim? Ne istemiştiniz?" derken hem yanıma hem de aynaya bakıyorum babamı ve arkadaşını göremeyeceğimi bilerek. Evet yoklar işte, sadece ben...İşte o zaman anlıyorum o adamın da ölmüş olduğunu...

Arkamı dönüp, geldiğim cam kapıya doğru süratle geri koşuyorum. Kapı otomatik olarak açılıyor ben yaklaştığımda, ama tam çıkacakken arkamdan biri yakalıyor beni. Güvenlik değil, tanıdığım birisi bu. Çünkü, hiç korkmuyor ya da şaşırmıyorum. Siyah, düz, uzun saçlı, beyaz tenli ve güzel yüzlü, ben yaşlarda bir kadın bana sarılan. Kapıya sıkışıyoruz birlikte. Ne o beni bırakıyor, ne ben kurtulup çıkabiliyorum kapıdan... Yüzümüz ve bedenimiz sıkışıyor kapıda gittikçe, küçülüyoruz sanki. Sadece küçük iki surat kalacağız neredeyse kapı aralığında. Yukarıya bakan yanak yanağa iki küçük surat.

Birden iki küçük kız oluyoruz büyük, yeşil ve sık yapraklı bir ağacın altında, yemyeşil ve serin çimenlerin üstünde rahatça otururken... Yüzümüz aynı kapıdaki gibi yukarıya dönük, yaprakların arasından görünen masmavi gökyüzüne ve sıcacık güneşe bakıp, gülüşüp konuşurken buluyoruz kendimizi geçmişte.


Küçüğüz ve çocuğuz... Yaşam, hayat ve sevgi sonsuz... Herşey bizim... Özgür, saf ve mutluyuz... Bizi sınırlayan tek şey ufuk ve mevsimler sadece...
 
Herşey bir düş sanki...

22 Ocak 2011 Cumartesi

ÇİKOLATA AŞKIM

Hiçbir zaman hayır diyemediğim ve yediğimde kendimi harika hissettiğim bir tat, çikolata... Özellikle bitter.. Sevmiyor ve yemiyorsanız ya alerjiniz vardır ya da güzel yapılmamıştır. Başkası mümkün olamaz gibi geliyor bana... Herkes sever ama kadınlar tapar; çünkü endorfin bombaları bunlar. Ne zaman çikolatalı bir tarif görsem dayanamam, yapmak için saklarım. Artık yazayım dedim...

En önemli konu çikolatayı nasıl eriteceğimiz. Hani şu meşhur "ben mari"... Çok kolay aslında. Ben küçükken annem haftasonu kahvaltılarında ekmekler için kullanırdı benzer bir yöntemi, pamuk gibi yumuşak, sıcak ekmekler hazırlardı bize... Bir tencereye bir su bardağı su koyup ocağa yerleştirin. Bu tencereden daha küçük bir tencereye bitter çikolataları kırın, ne kadar çikolata koyduysanız bir o kadar da tereyağı koyun. Evet doğru okudunuz, hafif bir suçluluk oluyor ama biraz daha fazla spor yaparsınız canım ne olacak... Şimdi bu masum küçük tencereyi diğer tencerenin içine oturtup, ocağın altını kısık ateşte açın. Çikolata ve tereyağı eriyip birbirine karışınca ocaktan alın. Çikolata sosunuz mükemmel olarak hazır...Şimdi gelelim o güzelim tariflere:

Çikolatalı Sufle:

Tanrım, o nasıl bir lezzet, nasıl bir baştan çıkarıcı görüntü ve keyiftir... Bir seromonidir onu yemek; önce ortasını yavaşça kaşıkla açarsın ve taze kremayı bu üstünden duman çıkan siyah lezzet çukuruna doldurursun. Yetmez, biraz daha krema istersin en sevimli halinle... Benim en sevdiğim ve  aşkımla yemeğe doyamadığım tatlıdır o. En çok eski Wine House'ta -Sheraton Ankara'nın devamındaki bir sokaktaydı o güzelim yer- yediğim sufleleri unutamam. Bunda aşkım MAY'ın payı çok, inkar edemem... Beyler bir kadının kalbini kazanmak istiyorsanız, ona çikolatalı sufle yapın ya da mükemmel sufleyi birlikte paylaşın...

Malzemeler: 3 yumurta, 1 çay bardağı şeker, 3 kaşık un, 1 kaşık tereyağ, 2 kaşık kakao ve biraz önce hazırladığımız çikolata sosu.
  • Yumurtaların sarısını ayırın ve üzerine şeker ilave edip mikser ile krema gibi olana kadar çırpın.
  • Bir kaşık kakao ekleyin ve onu da iyice yedirene kadar çırpın.
  • Unu ilave edip, mikserin düşük devrinde, gevşek kıvamlı bir hamur olana kadar karşıtırın.
  • Yavaş yavaş eritilmiş çikolatayı ilave edip ve homojen bir kıvam alana kadar karıştırmaya devam edin.
  • Şimdi en önemli işteyiz; yumurta beyazını bembeyaz köpük olana kadar çırpın ve hazırlanan karışıma kaşık ile yavaş yavaş karıştırarak yedirin. Dikkat edin çok hızlı veya uzun sürede yaparsanız, köpükler söner, tabii ki sufleniz de... İnanın bunu istemezsiniz...
  • Güveç ya da fırın kaselerinizi elinize tereyağını alarak heryerine gelecek şekilde sıvayarak yağlayın. Sonra ayırdığınız 1 kaşık kakaoyu kabın heryerine yapışacak şekilde yayın. Kakao yerine un da olabilir.
  • Hazırladığınız sufle harcını kaplara dökün -tepeleme doldurmayın, biliyorsunuz daha kabaracak- ve önceden 180 derecede ısıtılmış fırında 8-9 dakika pişirin. 
  • Yanında mutlaka taze krema ve istenirse çikolata sosu ile servis edin.
Garanti veriyorum eğer yapabildiyseniz, bunu yiyen herkes kayıtsız şartsız mutlu olur, size aşık olur...

Ganaj : 

Kendi çikolatanızı yapmak için öncelikle beyaz ya da siyah küvertürlerinizin olması gerekiyor. Bunları pastane malzemeleri satan yerlerden edinebileceğiniz gibi marketlerde satılan kare ya da dikdörtgen çikolataları da kullanabilirsiniz. Küvertürler, çikolatanın iç dolgusu için hazırlanan karışım malzemesi ve bu iç dolguyu kaplamak için kullanılıyor.


Sıra geldi ganaj yapımına... Ganaj, çikolatanın iç dolgu malzemesine deniyor.

Portakallı ganaj :

500 gr çiğ krema

500 gr bitter küvertür

3 adet portakal kabuğu rendesi

İsteğe göre likör

Krema kaynatılıp, içine portakal (isteğe göre limon) kabuğu rendesi eklenir. Kaynayan krema ateşten alınıp içine minik minik parçalara ayrılmış küvertür atıp, eritilir. İyice karıştırılır. Alkolünün uçmaması için likör en son eklenir. Daha sonra bir gece boyunca buzdolabının alt tarafında bekletilir.

Beyaz küvertür ile beyaz renkli ya da içine değişik malzemeler koyarak farklı tatlarda ganajlar da yapabilirsiniz.

Unutmayın, ganaj oda sıcaklığında eridiğinden çikolatanın aslı olarak kullanılmaz, sadece iç dolgu malzemesi olarak kullanılır. Ganajı ekmek üstüne sürmek ya da pasta kreması için de kullanabilirsiniz.

“Truffle”lar ise sert ganajlardır. Ele alınıp şekil verilebilirler.
Truffle çikolatalar:


125 gr. çikolatalı
125 gr. krema (ayni ne kadar çikolata, o kadar krema)
1 çorba kaşığı tereyağı
  • Çikolatayı ben mari usulü eritin.
  • Kremayı ilave edip bira karıştırın.
  • Tereyağını ekleyerek bir kase içinde ve dolapta dinlenmeye bırakın.
  • 4-5 saat sonra elinizde sertleşmiş bir çikolata kreması olacak.
Şimdi bunlardan küçük “Truffle”lar  yapalım. Bir gün önce yapıp buzdolabında soğuttuğunuz ganajı elinizde yuvarlayarak ceviz büyüklüğünde toplar yapın. İsteğe göre bunların içine fındık, badem ya da crunch da koyabilirsiniz. Buradaki önemli nokta ise oda sıcaklığı. Bulunduğunuz ortam çok sıcak olursa toplar avcunuzun içinde çabuk erir ve şekil vermeniz zorlaşır. Bunun için daha serin bir yerde çalışmanız uygun olabilir. Bir de şekil verirken elinize yapışmaması için elinizi arada bir pudra şekerine batırabilirsiniz. Yaptığınız topları buzdolabında soğuttuktan sonra elinize aldığınız erimiş küvertür ile ( ya da içine batırarak) dışlarını iyice kaplayın. İsterseniz üstlerine değişik şekiller de yapabilirsiniz. Ya da daha sonra kıyılmış fındık, hindistan cevizi gibi malzemelere de batırabilirsiniz. Buzdolabında soğutup, dondurduğunuz çikolata topları artık ikrama hazır.

Ya da hazırladığınız ganaj toplarını kakao tozuna bulayıp, buzdolabında saklayın. Evdeki meyveleri çöp şişlere dizin ve bu şişleri bir portakal veya elmanın her yerine saplayın. Meyveli şişlerden oluşan bir kirpiye benzeyen bu elma veya portakalı ganajlarla servis edin. Mükemmel bir meyve salatası ve sunumu...

21 Ocak 2011 Cuma

İŞTEN ÇIKARILMA YÖNÜNDE 8 İŞARET

ABD'nin iş çevrelerinin web sitesi Forbes.com'da yayımlanan bir haberde, işten çıkarılma yönünde 8 işaret ve bunu önlemenin yolları hakkında tavsiyeler yayımlandı.

"İşten Çıkarılma Yönünde 8 İşaret" başlığıyla Claire Bradley tarafından kaleme alınan yazıda, işsizlik oranlarının giderek yükseldiği bu dönemlerde, arkadaşlarının, aile fertlerinin ya da iş arkadaşlarının işten çı karıldığını görenlerin, "acaba sıra ben de mi?" sorusunu kendilerine yöneltikleri belirtilerek, bu durumun doğru olup olmadığının 8 işaretinin bulunduğu bildirildi.

Ekonomik kriz dönemlerinde, çalışanların şirketlerinin satılmasının, işten çıkarılma yönündeki en önde gelen işaret olduğu vurgulanan haberde, bu dönemlerde çalışanlara işlerinin garanti olduğu söylense de "kartların mutlaka karıştırılacağı, o yüzden çalışanların kartlarını sıkı tutmaları" gerektiği ifade edildi. Bu durumda çalışanların başarılarını ve şirkete yaptıkları katkıları bir liste haline getirmesi ve sorulduğu zaman kendilerinin şirket için ne derece değerli olduklarını en iyi şekilde anlatmaları gerektiği belirtilen haberde, işten çıkarılma yönündeki diğer 7 işaret ise şöyle sıralandı:

-Şirketiniz maaşları ya da diğer yan ödemeleri kestiyse özgeçmişlerinizi bir kenarda hazır ve en yeni şekliyle hazır tutun, ama aynı zamanda da kemerini sıkan şirketinizin bu yeni politikasına gönülden uyduğunuzu gösterin. Bu davranışınız mali açıdan zor dönemden geçen şirketiniz gözünde sizin değerinizi artıracaktır.

-İş arkadaşlarınız işten çıkarılıyorsa, kesinlikle sıranın size gelmeyeceğini düşünmek gibi bir saflığa kapılmayın. Özgeçmişinizi hazır tutun, iş pazarınızı araştırın. Bu durumda en kötüsü hazırlıksız şekilde işten çıkarılmaktır. O yüzden her türlü olasılığa hazır olun.

-Artık önemli kararların alındığı idari toplantılara çağrılmıyorsanız, derhal iş aramaya koyulun. Şirkette size eskisi kadar önem ve değer verilmemesi şirketteki işinizin yakında biteceğinin göstergesidir.

-Patronunuzla geçinemiyorsanız, o zaman işiniz tehlikede demektir. Patronunuz doğal olarak işten birini çıkartması istendiğinde ilk olarak sizi düşünecektir. Eğer durum buysa şirket içinde başka bölümlere geçmeye çalışın, bu mümkün değilse patronunuzun gözüne girmeye çalışın, ona biraz iltifat edin, bu zor olabilir, ama sizi işten çıkarılmaktan da kurtarabilir.

-İşte size önemsiz ya da anlamsız işler verilmeye başlandıysa, bu sizin yeteneklerinize değer verilmediğini gösterir. Derhal yeteneklerinizi şirketin ilgisinin odak noktası haline getirmeye çalışın, kimsenin yapmak istemediği işlere gönüllü olun ve şirkette yok olmak istemediğinizi gösterin.

-Projeleriniz erteleniyorsa ya da rafa kaldırılıyorsa, bu sizin yakında işten çıkarılacağınızın büyük bir işareti olabilir. Bu durumda şirket içinde başarabileceğiniz projeleri bulun ve şirket için yararlı olduğunuzu gösterin.

-Şirket sizin işiniz için birini arıyorsa ve siz de bunu gazetede çıkan bir iş ilanında gördüyseniz, dikkatli olun. Şirket personel sayısını artırmak istiyorsa sorun yok, ama öyle değilse bu sizin yakında işten çıkarılabileceğinizi gösterir. Hatta daha işten çıkarılmadan sizden işe yeni alınan elemanı eğitmeniz de beklenebilir, o yüzden hemen özgeçmişinizi gözden geçirin.

Haberde çalışanların paranoyak olmamaları, ancak başlarını da kuma gömmemeleri gerektiği vurgulanırken, işinin tehlikede olduğunu düşünenlerin işte kendilerini göstermelerinin tam zamanı olduğu, başarılarını liste haline getirmeleri, ama öte yandan da özgeçmişlerini en yeni haliyle bir kenarda hazır tutmalarının iyi olacağı kaydedildi.

HAMİŞ: Ben en az 6 işaret görmüştüm vakti zamanında... Ancak bu işaretleri görmek demek, bizim çiftlikte terfi edeceğini bile düşündürebilir insana...  Mesela, size önemsiz ya da anlamsız işler verilmeye başlandıysa veya projeleriniz erteleniyorsa ya da rafa kaldırılıyorsa, bu sizin yeteneklerinize değer verilmediğini, ancak yönetimin sizi her an üst bir göreve atayabileceği anlamına bile gelebilir. Ama yukarıdan mutlaka bir güvenceniz olmalı ya da patronunuzun gözüne girmiş olmalısınız, onun şirkette gözü ve kulağı olduğunuzu bilmeli ya da ne derse yapacağınızı veya yapmayacağınızı...

Eğer bu tür güvenceleriniz ya da kişisel iletişim (?)  becerileriniz, ekip çalışmasına (?) uygunluğunuz yoksa, değişimlere kolay ayak uyduramayacaksanız daha doğrusu iyi ve değişik ayak oyunları bilmiyorsanız, kesin sıradasınız... O yüzden her türlü olasılığa hazır olun, hemen özgeçmişinizi gözden geçirin. Demek ki araştırma çok doğru...


Ne güzel demiş Nazım Hikmet:
"Yaşananların hatırı hep saklı kalır. Hatırları sorulur selamları hep alınır...


"SİLDİKLERİM" vardır bir de! Onlar yanlışlarım ve pişmanlıklarımdır. Adları anılmaz, hatırları sorulmaz sadece beddualarımdır...

Her zaman doğru değildir elbet seçimlerim... Vicdanla birlikte... "ŞEREF" ararım ben sevdiklerimde;
 

"inkar" olmaz benim hayatımda... Yaşananı "YAŞANMAMIŞ" saymam. Sayanlarıda SAYMAM...


Kelimelere sığmaz, SAYFALAR SÜRER BENİ ANLATMAK

Ama ne kadar anlatılırsa anlatılsın; YAŞAYAN BİLİR BENİ... YAŞAMAYAN ANLAMAZ...

Ağırdır sevmelerim, Her "YÜREK" taşıyamaz... Büyüktür umutlarım, Her "OMUZ" kaldıramaz..."

 
 


18 Ocak 2011 Salı

AFFETMEK

Genel olarak affetmek, "başkasının size yaptığı kötülükleri hoş görmek" olarak algılanır. Ama bunun gerçek afla bir ilgisi yoktur. Affetmenin affedeceğimiz kişiyle hiçbir alakası yoktur. Affetmek bizim kendi içimizde tamamlayacağımız bir süreçtir.

Affetmek sanılanın aksine bir güç kaybı değil aksine güçlenmektir. Geçmişin serbest bırakılmasıdır. Geçmişe olan bağlantıya son vermektir. Geçmişe ait sıkı sıkı tuttuğumuz yoğun duygulardan ve hislerden kurtuluşumuz demektir. Bu duyguların bizim hayatımızı nasıl kısıtladığını fark etmek ve ancak affetmeyle bu zincirlerden kurtulacağımızı anlamak gerekir.

Suçladığımız kişinin bizim hayatımızı etkilemesine son vermek demektir. Affederek değişim gücünü kişi tekrar eline alır. Affetme ancak bir anlayışın oluşması sonucunda ortaya çıkan bir duygudur. Nedir bu anlayış? "Artık o kişi beni eskisi gibi incitemez" anlayışı. Bu bir yoldur. O kişilerin artık onu incitemeyeceği başka bir yola geçmiş olmaktır.

Affetmek geçmişin acılarını akıtmak demektir. İçerdeki çöplüğü temizlemek demektir. Duygular boşalınca BA ve B birlikte çalışmaya başlar ve gerçeği yeniden oluşturur. Ama bu gerçek hipnotik bir gerçek değildir. Aydınlanmamın sağladığı gerçeğe en yakın gerçektir. Mesele artık aşağıda kalmıştır. Meselenin üstündeki perde kalkmış yeni bir ışık meselenin üzerini aydınlatmaya başlamıştır. Gerçeği görmek özgürlüktür. Geçmişin duygusal hapsinden kurtulmaktır. O olayları yaşadığımız zamanlarda o meseleyi nasıl halledeceğimizi bilememiş olabiliriz. O zamanlarda bilgimiz, anlayışımız, algılarımız, gücümüz buna engeldi...

Affetmek biraz da vazgeçmektir. Kendimizi savunmaktan vazgeçmektir. Onun neden bizi anlamadığını anlamaya çalışmaktan vazgeçmektir. Ona kendimiz ispat etmekten vazgeçmektir. Ona kendimiz sevdirme uğraşından vazgeçmektir.

Başkaları sizi kendi çarpık algı dünyasına çekmek isteyebilir. Affeden kişi bu zorlamayı kibarca ret eder. Sadece kendisi için doğru olanı kabul eder. Affetmek, onu içine almaya ve gerçeklerden uzaklaştırmaya çalışan duyguların özgür bırakılmasıdır. Bu olayla birlikte gelen duyguları temizleyerek ve salarak ulaşmaya çalıştığımız düzeydir. Duygu yükü altında inançlarımızı değiştiremeyiz. Duygular bizi ezer. Mantıklı düşünceyi ezer. Bilinçli aklı ezer. Duygular boşaldıkça zihnin o muazzam akıl yürütme ve anlama gücü tekrar devreye girmeye başlar.

Sürece güvenin duyguların boşaltılmasıyla zaten af doğal olarak ortaya çıkmaya başlayacaktır. Affetmek iyileşmeyi daha derin ve geniş bir düzeye taşır. Af, derin bir bilinçaltı anlayışla yapıldığı zaman, kişinin içindeki ruhsal enerji bütün iyi şeyleri titreştirmeye ve korumaya başlar. Af içeride kalan tüm olumsuzlukları çözer.

Kendinizi affettiğiniz zaman kendinize daha sevgi ve saygıyla davranmaya başlarsınız. İlginç olan, bu davranış diğer insanlar tarafından da bilinçaltı düzeyde algılanır ve etrafımızdan da sevgi ve saygıyı kendimize çekmeye başlarız. Kendinin affı bilinçaltı düzeyde sizi hapsetmiş engellerden özgürleşmenizi sağlar. Eski, duygular, algılar, self sabotajlar, suçlamalar ortadan kalkar.

Affında ötesi var mıdır? Evet vardır. Affın ötesi, yaşanan olaydaki iyiyi bulmaktır. Duygular boşaldığı zaman, o duygular orada kalsaydı asla ulaşamayacağınız bir zihinsel berraklığa ulaşırsınız. Affetme tamamlandığı zaman daha üst düzeyde ve geniş açılı bir bakış kazanırsınız. Olayları bambaşka bir açıdan anlamaya başlarsınız.

Olayların iki yüzünü aynı anda görür, iyi veya kötünün sadece bir algı olduğunu anlamaya başlarsınız. İyiyi bulmak kötüyü yok saymak demek değildir. İyiyi bulmak o yaşanan olayların içinde mevcut iyiyi bulmak demektir. Negatif duygular boşaldıktan ve çarpık algılar düzeldikten sonra olaya bakıldığı zaman kendiliğinden ortay çıkan bir iyiliktir bu.

Kendi içsel duygularını hala içinde taşıyan, boşaltmamış bir kişiye bunu anlatabilmek zordur. Bu, duygular boşaldıkça süreç içinde ortaya çıkan bir durumdur. Duygular boşalır, aflar sağlanır, kendinin affı yapılır. İçsel bütünlük sağlanır. Bu duruma gelmiş bir kişi için iyiyi bulmak kolaylaşır. Ama kendi içindeki birikmiş duyguları yok sayan bir kişi için, bu mümkün olmayan bir durum gibi görünür.

İyileşmenin derin anlamı, affetmek ve iyiyi bulmaktır.

Affetmek ve iyiyi bulmak, sadece sözlerle sağlanacak bir anlayış değildir. Bir çok kişi, "ben herkesi affettim", "hep olumlu düşünürüm", "olaylara iyi yönünden bakarım" der. Bu sadece sözdedir.

Gerçek duygularla buluşmadan, ifade edilmesi gereken duygular ifade edilmeden, boşaltılmadan, bu anlayışı tam olarak içselleştirmek mümkün değildir. Ancak birikmiş duygular boşaltıldığında kendiliğinden gelen doğal bir süreçtir. Söze dökmeye bile gerek yoktur.

Hala söze ihtiyaç duyuyorum. Daha benim için süreç tamamlanmadı... Affetmiyorum hala "o" kişileri... Evet, o kişilerin artık incitemeyeceği başka bir yoldayım, o pis kokan çiftlikten uzaklaşıyorum her gün ve her an; üzerime sinen kokuyu ve içimde biriken çöplüğü temizlemek için iyileşmeyi diliyor ve iyiyi arıyorum her yerde ve herkeste... Ama yolum var daha... 

11 Ocak 2011 Salı

2011 YENİ BİR BAŞLANGIÇ

2011... Yeni bir yıl ve yeni başlangıçlar... Sihirli bir değnek dokunuşu bekliyorum bu sefer... Herkesin kötü zamaları olur, başınızda kara bulutlar dolaşır, biliyorum benim de oldu. Ama hiçbiri 2010 senesinin eline su dökemez... Kara, kapkara bir yıl oldu, umarım bir daha yaşanmaz böylesi...

Hayattan ne beklersiniz, büyürken ne umarsınız gelecekten? Ben hep sağlık, mutluluk, sevgi ve huzur istedim, önceliklerimi bunlar olarak belirledim hayat yolumda... Ve çok şükür buldum da! Hamdolsun sağlığım yerinde, hele o insanın içini kurutan, hastalıklı, adı büyük (!) ve milli çiftlikten kurtulunca daha da iyi oldu; geçti doktorların tıbbi bir teşhis koyamayıp da tedavi edemekleri, anlamsız tüm şikayetlerim... İlacım özgürlükmüş meğer... Hamdolsun çok mutluyum, ne istediysem oldu ve ne beklediysem verdi hayat bana. Ne istediğimi ve ne istemediğimi bildim kendimi bildim bileli. Kendi ayaklarım üstünde durdum hep, kimseye boyun eğmedim, yaltaklanmadım, vicdanımı sızlatmadım. Kadir kıymet bilen, sevmeyi bilen, benim için en doğru insanı buldum ve aşık oldum kocama. Birbirimizsiz yaşayamayacağımızı anladığımız için, birlikte hayat çok keyifli ve güzel olduğu için, birbirimize dokunmak mükemmel olduğu için, birlikte ama hep birlikte olmak için evlendim. Sağlıklı, akıllı ve güzel bir kız evladım var çok sevdiğim. Kendi evimde ve istediğim yerde yaşıyorum. Dünyada nereye istersen gidebileceğim eşim, dostum ve imkanım var ve gidiyorum. Ne istersem alabilecek, yiyebilecek ve gezebilecek imkana sahibim ve bunu keyifle yaşıyorum ve paylaşabiliyorum... Hamdolsun seviyorum ve seviliyorum çok... Aşkıma, gözümün nuru kızıma, anneme, babama, kardeşlerime ve dostlarıma onları ne kadar sevdiğimi söyledim her fırsatta, onları hep seveceğimi bildiler ve bilecekler, ben de onların beni sevdiklerini biliyorum, onlar hep benimle var ve yanımdalar. Hamdolsun huzurluyum, keşkeler yok benim için, geçmişimle barışığım ve gururluyum, içim çok huzurlu. Şimdi ile bir problemim yok seviyorum hayatımı ve hayatımdakileri... İstediğim gibi yaşıyorum, hiç kimse ve hiçbirşey için mecburiyet hissetmiyorum. Sadece istediğim için yapıyorum. Gelecek ya da ölüm hiç korkutmuyor beni. Çok güzel bir hayat yaşadım, yaşıyorum ve ne kadarsa ömrüm, sonuna kadar da güzel olacak hayatım... Tanrım hiç kimseye baş edemeyeceği şeyi vermez biliyorum...

Para, kariyer, mevki her zaman bir araç oldu benim için hayat amacım olan önceliklerimi gerçekleştirmek için birer araç. Aslında gerekli donanıma sahibim; iyi bir üniversite diplomasına, olmazsa olmaz ingilizceye, akıl ve özgüvene sahibim ve çok şükür elim, ayağım, yüzüm de düzgün... Ama erkek (!) yöneticilerin bıraktığı kırıntılar haricinde birşeyler bulmak istiyorsanız bu kurtlar sofrasında, biraz fark yaratmanız gerekiyor. Ya doğrudan "o....." olacaksın; gerektiğinde ne isterlerse yapabilecek, verebilecek ama bundan hiç gocunmayacak. Ya beynin "o......" olacak; kafan sadece kendine yarayan dalaverelere, ali cengiz oyunlarına ve kötülüğe çalışacak, ama bundan hiç üzülmeyeceksin ve vicdanın sızlamayacak. Ya da maddi ya da manevi arkan güçlü olacak; ne yaparsan, daha da önemlisi hiçbirşey yapmasan da, yerin hep sağlam ve yukarıda olacak... Yoksa zor, çok zor başarılı ve güçlü bir iş (!) kadını olmak bu düzende; nerede öyle iş veya işveren... Bakınız şekil bir, figür ben...

Bugün bir yazı okudum "İşten kovulmak başıma gelen en iyi şeydi. Herkes hayatında bir kere yaşamalı bunu. Öğrenme sürecimde yaşadığım en faydalı deneyimdi" diyor başarılı bir iş kadını... Haklı diye düşündüm ama herkes her öğrendiğini kullanmıyor ya da kullanamıyor hayatta... Mesela ben... Tamam öğrendim ki, adı büyük (!) ve milli çiftliğimizde varolmak ve başarılı sayılmak için, yukarıda saydığım ve tüm "başarılı" yöneticilerin sahip olduğu önemli (!!!) ve nadir (???) kriterlere sahip değildim. Peki başka bir yer farklı mı olacak acaba? Nereye gidersem gideyim yanımda götürdüğüm benim, aynı ben... Gittiğim sofra değişik olsa da, yine kurtlar, yine aynı "o....."lar başta. Ne olacak şimdi, peki vaz mı geçmek lazım? Hayır... Ama "o" kimseler ile aynı masada oturmak, aynı kulvarda sayılamak, aynı havayı solumak ve onların ünvanlarına (?) sahip olmak istemiyorum, hiçbir zaman da istemedim. Aptal, tembel, kifayetsiz ama "o" nitelikli insanların "yönetici" vasfı altında, benim aklım ve vicdanım üzerinden prim yapmasına ve varolmasına izin vermedim, bundan sonra da vermek istemiyorum... Hiçbir zaman, hele kırkından sonra kimse için değişmemeli insan... Kimliğini ve özsaygını kaybettiğin an yaşamını, mutluluğunu çöpe attın demektir. Seni mutlu ettiği sürece varsın hayatta. Yanındakiler seni mutlu ettiği sürece kalsın hayatımda... İstediklerim yanımda... İstemediklerim yolunda...!

2011'de yeni, pırıl pırıl bir başlangıç diliyorum ... Sadece yapmaktan mutlu olduğum işleri, birlikte olmak istediğim kişilerle, istediğim zamanda, sadece kendi adıma ve gururla yapmayı diliyorum... Bundan sonraki hayatımda yine aynı doğrularımla ve önceliklerimle yaşamayı, bunlardan şaşmamayı diliyorum... Artık temiz, dürüst, çalışkan, akıl ve vicdan sahibi insanlarla çalışmayı ve üretmeyi istiyor ve bundan gurur duyabilmeyi diliyorum... Hakkımda en hayırlısı ne ise olsun istiyorum... Daha da birşey demiyorum...

Sanmasınlar yıkldık, sanmasınlar çöktük ... Bir başka bahar için sadece yaprak döktük ! Hz. Mevlana.