HAKKIMDA

GÖKÇEADA, EGE 'de bir yer, Türkiye
Kırkından sonra önceliklerini yeniden belirleyerek, sevgiyi, iyiliği, huzuru ve güzellikleri seçen, mutlu, umutlu, çok seven ve çok sevilen bir boğa kadını... Dünyadaki yerini bilen, yaşananları ve yaşamayı istediklerini unutmamaya ve unutturmamaya kararlı inatçı bir boğa kadını...

GÖKÇEADA

GÖKÇEADA
En güzel dostlukların, denizin ve rüzgarın adası

15 Eylül 2011 Perşembe

BABAMA...

Dün gece saat 3:30’da Ayşe Kulin’in "Hüzün"ünü bitirdim gözlerimden akan yaşları silmeden… Hüznüne ortak oldu yüreğim, acım gözyaşı olup aktı bir süre… Babamı çok özledim…

Biz de tam 19 gün bekledik yoğun bakımda uyansın babam, gözleri açsın, bize yine sevgiyle baksın diye. Ama olmadı; 30 Nisan sabahı 3 civarı hep başı ağrıyan babacığımın başı son kez ağrıdı ve kapanan gözlerini bir daha açamadı. 18 Mayıs sabah 7:30’a kadar dayandı canım babam. Akdeniz Üniversitesi Reanimasyon servisindeki o güzel insanlar -özellikle Dr. Venera- bize kıyamadılar, sessizce yanında durduğumuz ve sadece öpüp okşayarak sevdiğimiz ve kulağına sevgimizi fısıldadığımız babamla doyasıya vedalaşalım diye en çok bize zaman tanıdılar. İçeriye girdiğimiz andan çıkana kadar hiç bırakmadım ellerini ben de; yüreğimi, sevgimi, canımı ona aktarmak için, onunla bütünleşip tek olmak ömrüne ömrümden katmak için sımsıkı tuttum(*). Sıcacıktı hep babacım. Konuştuk onunla, vedalaştık gönlümüzce bizi duyduğunu hissederek. Doktorların en çok 48 saat verdiği melek babam, üzülmeyelim, keşke şunu da yapsaydık demeyelim, ona doyalım diye dayandı. Bizi yavaş yavaş alıştırdı gidişine ve gece uykumuzu alalım, perişan olmayalım diye sabaha karşı gitti… Ertesi gün 19 Mayıs, resmi bayram ; yine kimseler perişan olmasın diye, ölüm-hastalık bilmeyen, vicdanı kayıp amirlere izin için muhtaç etmedi bizleri. Kimler nerelerden yetişti geldi canım babama veda etmek ve son görevlerini yerine getirmek için; sevgiyle ve iyilikle anıldı hep. Artık soğuk ama hala güzel olan yüzünü öptüm son kez; herşeyini tamamlamış, ardında eksik, yarım, kırgın, kızgın hiçbir şey ve hiçkimse bırakmamış insanların huzuru ve güzelliğiyle parlayan o hala yakışıklı ve genç yüzünü… Biliyordum kapalı gözlerinin ardında hala bana bakarken gözlerinden taşan sevgi duruyordu.

1 Ağustos 2011 saat 19:00’da Kabatepe’den Gökçeada’ya doğru giden arabalı vapurda en önde olan arabamızın önüne yaslandım ve Ada’nın ardından batan güneşi seyredaldım. Güneş yavaş yavaş batarken içim sızladı ve babamı düşündüm özlemle. Dilimimde eski bir türkü, gözlerimden akan yaşı silmeden güneşin batışına ve babama ağladım. Sonra türkünün sözleri değişti ve şunlar döküldü ağzımdan; şiir denir mi buna bilmem ama babam için yazdım :

Neler düşündün buraya her gelişinde,


Aklından neler geçti, yüreğinden de,


Bilirim istemezsin sen hiç kendin için,


Tüm duaların, dileklerin hep bizim için,


Umarım gerçekleşmiştir hepsi


Ve mutlusundur şimdi o ulu çınarın gölgesinde!

                                                           1 Ağustos 2011 saat 20:11

Ayşe Kulin'in “Hüzün”de babasına 80. Yaşgünü için yazdığı şiirinin ikinci bölümünü çok beğendim. Benim babam 62 yaşındaydı öldüğünde, ne yazık ki ben şiir yazamam… Ama bu şiiri melek babama adıyorum:


“Güzel yüzünü seyrediyorum, baba


Okunmuyor düzgün hatlarında


Ölüm döşeğinde yatarken bile


62(**) yıllık ömrünün yorgunlukları


Gülümser gibi dudaklarında ancak


Yılların gönül ve düş kırıklıkları…






Neler düşünür ölümün eşiğindeki adam,


Çocukluğuna mı, gençliğine mi döner gözleri?


Neleri anımsar en çok,


Neye dokunmak ister elleri?






Çok emek verilmişle


En özleneni yeniden yaşamaksa


Ölümün eşiğinde son arzular


Babam, Fırat’ın köpüren sularıyla


Gölller düşen ormanlarda geziyor olmalı.


….


Baba, susma ne olur,


Baba gözlerini aç!


Henüz bitmedi işin, yapacağın çok şey var.


Biliyorum küskünsün,


Yaktığınız meşale hepimize yetmedi…


Karanlıktayız evet,


Treni kaçırmaktayız


Ama her karanlıktan yepyeni bir gün doğar


Tersine akmaz nehir


Gitme baba ne olur…


Bak gidiyorsun diye


Açtığın yataklarda yorgun akıyor sular.


…..


Beyaz bir kedi gibi girdi pencereden


Usulca kondu ölüm


Başucuna babamın


Sonra


Dolandı odada


Şakaklarına, alnına değdirdi dudaklarını


Öptü ellerinden


Sevdi yüzünü gözünün


Diz çüktü karşısında


Bekledi sakin, dingin.


Birden sıyrıldı içinden


Bu tarifsiz sessizliğin


Bir damla yağmur olup indi.






Ölüm serin bir el gibi


Benim de alnımda,


Yüreğimde,


Şakaklarımda şimdi.






Arsız ölüm


Sessiz ölüm


Hırsız ölüm


Babamı kopardın benden


Çözüverdi ellerini


Sezdirmeden ellerimden.


Silinirken ustalıkla


Yüzünde yaşam izleri


Beyaz bir at oldu ölüm


Bekledi binicisini


Babam tuttu yelesinden


Atladı beyaz atına


Ulaşırken


Bilinmeyen o ülkenin sınırına


Peşinden koştu yüreğim,






Yaşama karşı savaşta


Çaresizlik ise, ölüm


Birlikte öldük babamla.






Heyy, Bahçede dolaşan rüzgar


Rüzgara eğilen ağaç


Sokakta gezen insanlar


Avluda oynayan çocuk


Eşikte duran ihtiyar


Yolu ağır geçen kamyon


Çöp bidonundaki kedi


Yatak, perde, sandalyeler


Şişiman serum şişeleri


Keskin klor kokuları


Kutular dolusu ilaç


Gençlik(**) bayramı sevinci


Saksıdaki mahzun çiçek


Vazodaki sarı gülüm


Hepinize haber ola


Babamı götürdü ölüm!(*)

                                                          Gökçeada 04.08.2011



(*) Ayşe KULİN- Hüzün

(**) orijinal şiirde “seksen yıllık ömrünün…..” ve “Zafer bayramı….” kısımlarını ben kendi babama uyarladım.