Dün gece saat 3:30’da Ayşe Kulin’in "Hüzün"ünü bitirdim gözlerimden akan yaşları silmeden… Hüznüne ortak oldu yüreğim, acım gözyaşı olup aktı bir süre… Babamı çok özledim…
Biz de tam 19 gün bekledik yoğun bakımda uyansın babam, gözleri açsın, bize yine sevgiyle baksın diye. Ama olmadı; 30 Nisan sabahı 3 civarı hep başı ağrıyan babacığımın başı son kez ağrıdı ve kapanan gözlerini bir daha açamadı. 18 Mayıs sabah 7:30’a kadar dayandı canım babam. Akdeniz Üniversitesi Reanimasyon servisindeki o güzel insanlar -özellikle Dr. Venera- bize kıyamadılar, sessizce yanında durduğumuz ve sadece öpüp okşayarak sevdiğimiz ve kulağına sevgimizi fısıldadığımız babamla doyasıya vedalaşalım diye en çok bize zaman tanıdılar. İçeriye girdiğimiz andan çıkana kadar hiç bırakmadım ellerini ben de; yüreğimi, sevgimi, canımı ona aktarmak için, onunla bütünleşip tek olmak ömrüne ömrümden katmak için sımsıkı tuttum(*). Sıcacıktı hep babacım. Konuştuk onunla, vedalaştık gönlümüzce bizi duyduğunu hissederek. Doktorların en çok 48 saat verdiği melek babam, üzülmeyelim, keşke şunu da yapsaydık demeyelim, ona doyalım diye dayandı. Bizi yavaş yavaş alıştırdı gidişine ve gece uykumuzu alalım, perişan olmayalım diye sabaha karşı gitti… Ertesi gün 19 Mayıs, resmi bayram ; yine kimseler perişan olmasın diye, ölüm-hastalık bilmeyen, vicdanı kayıp amirlere izin için muhtaç etmedi bizleri. Kimler nerelerden yetişti geldi canım babama veda etmek ve son görevlerini yerine getirmek için; sevgiyle ve iyilikle anıldı hep. Artık soğuk ama hala güzel olan yüzünü öptüm son kez; herşeyini tamamlamış, ardında eksik, yarım, kırgın, kızgın hiçbir şey ve hiçkimse bırakmamış insanların huzuru ve güzelliğiyle parlayan o hala yakışıklı ve genç yüzünü… Biliyordum kapalı gözlerinin ardında hala bana bakarken gözlerinden taşan sevgi duruyordu.
1 Ağustos 2011 saat 19:00’da Kabatepe’den Gökçeada’ya doğru giden arabalı vapurda en önde olan arabamızın önüne yaslandım ve Ada’nın ardından batan güneşi seyredaldım. Güneş yavaş yavaş batarken içim sızladı ve babamı düşündüm özlemle. Dilimimde eski bir türkü, gözlerimden akan yaşı silmeden güneşin batışına ve babama ağladım. Sonra türkünün sözleri değişti ve şunlar döküldü ağzımdan; şiir denir mi buna bilmem ama babam için yazdım :
Neler düşündün buraya her gelişinde,
Aklından neler geçti, yüreğinden de,
Bilirim istemezsin sen hiç kendin için,
Tüm duaların, dileklerin hep bizim için,
Umarım gerçekleşmiştir hepsi
Ve mutlusundur şimdi o ulu çınarın gölgesinde!
1 Ağustos 2011 saat 20:11
Ayşe Kulin'in “Hüzün”de babasına 80. Yaşgünü için yazdığı şiirinin ikinci bölümünü çok beğendim. Benim babam 62 yaşındaydı öldüğünde, ne yazık ki ben şiir yazamam… Ama bu şiiri melek babama adıyorum:
“Güzel yüzünü seyrediyorum, baba
Okunmuyor düzgün hatlarında
Ölüm döşeğinde yatarken bile
62(**) yıllık ömrünün yorgunlukları
Gülümser gibi dudaklarında ancak
Yılların gönül ve düş kırıklıkları…
Neler düşünür ölümün eşiğindeki adam,
Çocukluğuna mı, gençliğine mi döner gözleri?
Neleri anımsar en çok,
Neye dokunmak ister elleri?
Çok emek verilmişle
En özleneni yeniden yaşamaksa
Ölümün eşiğinde son arzular
Babam, Fırat’ın köpüren sularıyla
Gölller düşen ormanlarda geziyor olmalı.
….
Baba, susma ne olur,
Baba gözlerini aç!
Henüz bitmedi işin, yapacağın çok şey var.
Biliyorum küskünsün,
Yaktığınız meşale hepimize yetmedi…
Karanlıktayız evet,
Treni kaçırmaktayız
Ama her karanlıktan yepyeni bir gün doğar
Tersine akmaz nehir
Gitme baba ne olur…
Bak gidiyorsun diye
Açtığın yataklarda yorgun akıyor sular.
…..
Beyaz bir kedi gibi girdi pencereden
Usulca kondu ölüm
Başucuna babamın
Sonra
Dolandı odada
Şakaklarına, alnına değdirdi dudaklarını
Öptü ellerinden
Sevdi yüzünü gözünün
Diz çüktü karşısında
Bekledi sakin, dingin.
Birden sıyrıldı içinden
Bu tarifsiz sessizliğin
Bir damla yağmur olup indi.
Ölüm serin bir el gibi
Benim de alnımda,
Yüreğimde,
Şakaklarımda şimdi.
Arsız ölüm
Sessiz ölüm
Hırsız ölüm
Babamı kopardın benden
Çözüverdi ellerini
Sezdirmeden ellerimden.
Silinirken ustalıkla
Yüzünde yaşam izleri
Beyaz bir at oldu ölüm
Bekledi binicisini
Babam tuttu yelesinden
Atladı beyaz atına
Ulaşırken
Bilinmeyen o ülkenin sınırına
Peşinden koştu yüreğim,
Yaşama karşı savaşta
Çaresizlik ise, ölüm
Birlikte öldük babamla.
Heyy, Bahçede dolaşan rüzgar
Rüzgara eğilen ağaç
Sokakta gezen insanlar
Avluda oynayan çocuk
Eşikte duran ihtiyar
Yolu ağır geçen kamyon
Çöp bidonundaki kedi
Yatak, perde, sandalyeler
Şişiman serum şişeleri
Keskin klor kokuları
Kutular dolusu ilaç
Gençlik(**) bayramı sevinci
Saksıdaki mahzun çiçek
Vazodaki sarı gülüm
Hepinize haber ola
Babamı götürdü ölüm!(*)
Gökçeada 04.08.2011
(*) Ayşe KULİN- Hüzün
(**) orijinal şiirde “seksen yıllık ömrünün…..” ve “Zafer bayramı….” kısımlarını ben kendi babama uyarladım.